9 Eki 2010

düzenin içindeki düzenler !düzülenler ! düzenle

Sanırım , 1 ay geçmek üzere gördüğüm o rüyanın üzerinden . Eskilerin deyimi ile İstişareye yatmıştım ; canım biraz sıkkındı , cevaplara veya bir çıkış yoluna veya onun işaretine ihtiyacım vardı . Rüyamın içinde Asmalımescit sokağa girip sola sofyalı ya dönüyorum ; yerde ( bir dönem yaptıkları pleksi reklam kareleri/alanları vardı ya , arkadan ışıklandırılmış ,sonradan kaldırdılar allahtan )bir reklam alanı içinde 2 kitap tanıtımı var ve gözüm soldaki kitaba takılıyor . Kitabın adı (sıkıdurun!), Galeri düzenini kırmanın bir yöntemi olara ev sergileri . Yayınevinin adını ilk anda önemsemedim o anda ama ilk kelimesini okumuştum bile ve sonraki günlerde birine bu rüyamdan bahsederken hatırladım ; Kervansaray yayınevi nden yayınlanmış bu kitabın yazarı belli değildi , ya yazmıyordu yada onda önemsemedimmi acaba diye düşünüyorum ama yazarı yoktu veya yazara gereksinimi de yoktu sanki , neyse bunlar çok önemli değil de ayrıntıları aktarayım yeter . Bu arada kısacık araştırdığım bu yayınevinin bulduğum bir kitabında da yazarın isminin olmadığını gördüm , sanki anonim . ??

Neyse , bu arada Tophane olayları olmuştu ve 4yıl orada yaşayan ve sürekli gözlemleyen , insanlarıyla konuşan ilişkiler kuran biri olarak yaşananların '' Sanatın hayatımızın içine girememesinden kaynaklandığını ve ondan dolayı tü kaka ile bende isterim anlamak benim neyim eksik-cilik arasında bir yerdeki sorundan kaynaklandığını düşünmekteydim . Ki hala da öyle düşünüyorum . yukarıdaki rüya da işin bu kısımı ile ilgili .

Kabaca anlatacağım ;aslında daha evvel böyle bir sorun pek yoktu , çünkü deli gözüyle bakıyor , tek tük atölye veya galerimsi sanat mekanlarını kaale almıyorlardı . Nede olsa onlara hiç dokunmuyordu . Zaten pek de kimsenin ilgi göstermediği bir durum söz konusuydu , özellikle de sanatçı insiyatifi denen mekan/durum dan bahsediyorum . yıl 2003 . Komşularımın ve esnafın , ne yapıyorsun orada para da kazanmıyorsan ? dediklerini hatırlıyorum . Akıl erdiremiyorlardı ki bende çok üstelemiyor ; bakkal amca burada senin dükkanda ufak bir sergi açalım mı ,falan diyorum .Aman diyor çıplak kadın ve politik konulara bulaştırma beni diyor adam , yok diyorum seni rahatsız edecek şeyler koymayız merak etme .

Neyse , bu proje sonradan yapılmadı ama alışverişe ve saygılı fakat kafa karıştırdığı belli olan muhabbetlerimize devam ettik yıllarca .Taa ki beni ve bana geldiği açıkca belli olan arkadaşlarımı kazıklamaya başlayana dek . Beni anlamamıştı veya bendeniz anlatamamıştım , gittikçe boş işlerle uğraşan bir kişi haline geliyordum gözünde. Bu arada mimarsinan heykelden birilerinin boğazkesen caddesi ile Kumbaracı yokuşu arasındaki muhitte bir atölye tuttuğunu duymuştum , kızların geliş gidişlerinden ve giyinmelerinden rahatsız olduklarını öğrenmiştim, mahallelinin . Dedikodu had safhadaydı , kiralayan kişiye baskı yaptıklarını öğrenmiştim ; fatih/çarşamba tarzı bir yapı vardı orada .Pek gözükmez dışarıdan .

Günler yıllar geçtikce Kumbaracıdan aşağıya ;leb-i derya dan aşağıya inmeye başladı insanlar ve oradaki insanlar bu garip akıntıNehir (Kumbaracı caddesi can damarı ile bizi ayıran nehir arası bir şeydir çünkü ve o zamanlar araba trafiği yoğundu ) tarafından ikiye ayrılan mahallelerinde şaşkındı . Nasıl veya neye tepki göstereceklerini bilemiyorlardı ancak rahatsız olmşlardı . Tıpkı çocukluğumda mahallemizde ( ki 18 sene yaşadık orada ) yoldan geçen arabaların sayısının sokakta maç yapmayı imkansız hale getirdiği ve sokağın zamanla bayağı tehlikeli hale geldiği zamanki gibi ... Beri yandan Akp nin oraya yatırımları başlamıştı , mahalle sağlık ocağı binasının açılışını, başbakanın ziyaretini ve akp teşkilatlarının kahvelerde nasıl çalıştığını teker teker gördüm . çingenelerin çoğunun uzaklaştırıldığını, ortadan kaybolduklarını da gördüm . Sağlık ocağındaki (afedersiniz )sıkmabaş kadınların erkek doktor olmadığı gerekçesi ile bana bakmadıklarını da hatırlıyorum .

Kabaca profilini çizmeye çalıştığım tophane semtinin aslında Fransız sokağı veya çukurcuma veya asmalımescit ile hiçbir alakası yoktur , çünkü onlar Boğazkesen caddesi ile San Benoit okulunun binası ve istiklal caddesinin 100 metre altı ve yüksekkaldırım arasında takılır başka bir yerle ilgilenmezler , Tophane orasıdır . Yani yazılarda veya beyanlarda sözügeçtiği gibi Fransız sokağına falan tepki göstermeleri mevzuu bahis bile değildir . Onlar aslında sınırlarını çizdiğim bu alan içerisinde biraz da sıkışmış halde yaşayan bir topluluk , eski deyişini hakeder şekilde dibindeki çokkültürlü sesli ve içkili ve turistik alanların arasında direngen bir mahalle portresi .
Saldırılar öncesi gidişlerimde mahallenin içinde geçen insanların profili epey şaşırtmıştı beni , mini etekli kızlar , kopuk gençler , o sokağı kullanan turistlerin çokluğu ve tüm bunların oluşturduğu garip trafik . Hatta İtalyan konsolosluğunun sokağının karşısına açılan hostel i gördüğümde , bismillah dedim . bakalım ne kadar kalabilecekler burada ile hayırlısı olsun böyle bir yer açılmış iyi olmuş arası düşünceler üretmiştim .En nihayetinde sağolağandışı bir mahallede sololağandışıların da yaşaması çok anormal değil hatta normal bir kucaklaşma süreci bana kalırsa . .
Ayrıca , Tütün Deposunu da en başta önemsemediklerini de biliyorum. Hani insanlar çok anlamadıkları şeyleri önemsemezler ya öylesinden . Beri yandan akp nin mahalleye pompaladığı dindar söyleminin desteklemesiyle Anlam veremedikleri ve sınıflamakta zorlandıkları şeylerin artık önemsizlikten , kendilerine ve yaşamı anlama şekillerine karşı bir duruş bağlamında önemli bir noktaya taşınması .. İşte orada bişiler olmaya başlaması veya olmasının altıda yatan şeyler bunlar . Önemsizlikten önemli hale geçişin son aşamasında oraya taşınan galeriler ve onlarda odak noktaları oluşturan Sen , ben , biz . Biz aynı zamanda o mahalleden gelip geçen genç ve garip görünümlü , geçim derdi olmayan , üst tabakadan görünen ama içiboş ve münafık bir grubuz . Bu grubun takıldığı mekanlar da mahallenin kıyısında olunca kabak tadı vermeye , rahatsız etmeye başladı . Bir şey yapmalı . Bunları burada istemiyoruz . Onlara bulaşmıyoruz fakat onlar da kaşınıyorlar , mahallemizde at oynatmaya çalışıyorlar . bizim elimizde armut toplamıyor.

Evett , yaşanan kafa budur , sevgili dostlarım .

Çok kabaca ama çok ayrıntılı bir anlatım yaptığımı düşünüyorum . Bu süreci nasıl yaşadım . Yaşadık .

galeri düzenini kırmanın bir yöntemi olarak ev sergileri konusuna ikinci yazıda devam edeceğim . bu arada herkes biraz düşünmüş olur . iyi olur .

19 Mar 2010

Vanessa Art Fair 2009 İstanbul hardcore foundation

Evet , kaldığım yerden devem atmeye çalışacağım . Mevzuu biraz karışık . Yani zamanımızda hatta çerçeveyi daraltırsak ülkemizde daha bir karışık .. Yurtdışında tam olarak nasıl bir alem haline gelmiş , yabancı sitelere girip okuyun . Oradan değil buradan bahseden bir yazı peşindeyim . Kongre vadisinde düzenlenen son Artfair'e diyorum , geri dönecek olursam ki konuya oradan girmiştim , zaten ; binanın girişinde bulunan Koca limuzinden bahsediyorum . Herşeyiyle para ve ihtiras sembolü olan bu şeyin orada ne işi vardı ki ?? içeri girmeden evvel sigara içmek için limonun arkasına geçtik . önümüzde park edilmiş limoya bakarak sigaralarını içen bir dolu insan , emin olun orada sigaranızı içmek istemezsiniz . ben büyüğüm heybetliyim sen ise hiçbirşeysin diyen bir şeyin yanında küçültülmek isteğinize direnmeye çalışırken aslında buranın bir sanat fuarı , galerilerin bir arada çeşitli sanatçıların işlerini sergiledikleri bir alanın önünde olduğunuzu unutuyordunuz . Aslında insanoğlunun belki de en saf (olması gereken ) üretimlerini görmek için geldiniz ama üretimin bahane Pr ın şahane olduğunu gördünüz . Doğal olarak içeride kaç paranın el değiştirmeye hazırlandığını hissedip resimlerin ve heykellerin altındaki fiyatlara odaklanmaya yuh çekmeye başladınızsa olay sizin için ebediyen bitmiştir . Bitirilmiştir.

Açık konuşucam ; Sanatın prestije eşitlendiği bir dünyada tüm kaleler düşmüş demektir . Para , belki Lidyalıların da ummadığı bir şekilde savaşın tek ve üstün galibidir . Tüm kalelerin düştüğü böyle bir ortamda sanatçı artı değer üreten bir şahsiyete altın yumurtlayan tavuğa , kuruluşa , firmaya , şirkete , markaya dönüştürülmüş demektir . sanatın içinin boşaltılması buradan başlar . Sadece adının kalmış olması sanatçının bir işçi olması , hayatın gerçekliğinin bir daha asla değişmeyecek bir noktaya taşındığının ifadesi olarak prestij nesnesi ; ona sahip olmanın tatmini dolayısıyla kapitalizm denen canavar sisteminin kendi içinde eritme peynir yapması demektir. Peki kapitalizm hemde insan eliyle kendinin içini de boşalttığını farkındamıdır . ? Ya kapitalizmin oyuncuları kendilerinin de aslında diğerleri gibi insan olduklarını nasıl unuturlar ? İşte bu sistemin biricik numarası da '' sahip olduğun şeylerin seni tarif etmesini sağlaması '' değil mi ? Sözünü ettiğin , tükettiğin , giyindiğin ve yediğin içtiğin kadar varsın . Ertesi gün paran yoksa hiçbirşey yapamazsın . Üzerinde on numara mont ve pantolonda olsa hiçbirşeye yakınlaşmışsındır . karnın da acıktı mı vay haline !

Peki bu insanlar sanatı alıp satarak ne yaptıklarını sanıyorlar ? Borsada ki karşılıksız kağıtlardan daha farklı değil sanki. hisse senedi sahibi olmak ile sanat eseri sahibi olmak arasındaki yegane fark birisinin duvara daha kolay asılabilmesi gibi gözüksede bunun çok saçma olduğunu farkında olmalıyız . Sanatçı genel olarak , etik olarak , sanatına ihanet etmemek adına satılabilmesi için üretim yapıyor olabilirmi ? Büyük bir kısım uyduruksanatçıyı dışarda bırakarak soruyorum ; Bu gerçekçi bir sonuç mu ? En nihayetinde adına sanat denilen üretim kabiliyetini ; yoktan varetme olanağını içinde taşıyanlar ile buna öykünenler farklı yaklaşıyorlar olaya . Kişisel fikrimi sorarsanız buna öykünenlere de herhangibirşey yapmak isteyenlere de karşı değilim . Ancak insan aynaya bakabilme cesaretini taşıyabiliyorsa , sırf cesarette yetmez aynaya bakabiliyorsa gözlerini kaçırmadan , ne olduğunu anlıyordur zaten . Bu noktada diğerleri herşeyi bulandıran insanlar durumuna düşüyorlar ve konu tartışılamayacak noktaya Zamanımızda geldiğimiz şu noktaya bağlanıyor. zamanımızda küresel anlamda en muhalif duran işlerin ve kişilerin tam bu yolla sistem içleştirilebilmesi karşılığında rahat bir yaşamı ve daha çok üretebilmeyi garantilemelerinin yanında ne hissettiklerini düşünen varmı ? muhtemelen kendilerinin dışında bunu düşünen yoktur . Olsaydı dünyada bu kadar aç insan olmazdı herhalde . Demek ki herşey paranın konturolünde . Ve ona sahip olanların rahatlığında saklı . oysa tezat olarak bu işler , üretimler insanın en saf , en ruhani en içten şeyleri değilmi? O zaman nasıl oluyorda bu ruhani içten şeyler üretimler üreticisinin elinden zenginlerin kucağına duvarına düşüyor.

Para insanın ruhunu satın alabilecek yegane şey olarak tüm haşmeti ve yıkıcılığıyla kendini kanıtlamışken , ona karşı durabileceklerin tek nesnesi olarak sanat eserleri , farkında olmasakda ''ruhani mihenk taşlarımız '' ruhunu kaybetmişlerin ellerinde saklanıyor , gözlerimizden ve dokunuşlarımızdan .

Kapitalizm kendini var ederken bunlar hiç hesaplanmamıştı belki , belki de ileri görüşlü vizyon sahibi birileri bunu fark etmişti , kimbilir. ancak çağımızda insanlar bunu kendi hemcinslerine yapabilecek kadar kötü olabilirler gerçekten . Kendimizi kaybetmekten korkmalıyız bence . zira yaşam soyumuzu rahat ettirme arzusunun dışında birşeye daha ihtiyaç duyuyor . Ve o ihtiyacını giderecek yolları ararken tüm dünyayı ezip geçebilir . Bunu bir kedinin yemek uğruna herşeyi yapabilmesine benzetebiliriz . Kedilerim var ve seviyorum hepsini yanlış anlaşılmasın , düşman değilim hiçbirine . Ama konu yiyecek oldu mu kimseyi hiçbirşeyi tanımazlar . tıpkı bu durumu yaşamaktan çekiniyorum aslında çünkü açıkca gittiği yer orası . Hepimizin biricik felaketi . Diğerini anlamayı bir kenara bıraktığımız yer . Yaşamın gerçeğinin unutulduğu parlak ışıkların altında son bulduğu veya bulmak üzere olduğu kör nokta . burası .


Oysa bir sanat eseri , yani en azında böyle süslü bir payeye layık görülen daha doğrusu ona öyle bir payeyi vererek dolaylı yoldan o payeyi verebilecek yetkinliğe sahip olduğunu diğerlerine gösteren emare olmanın dışında , bilgisi varlığından taşan , içkinliğini kendinde taşıyan evrende yaratılmış görünen tek bir ŞEY dir .. ve işte diğerlerinden gizlenerek , üstü sürekli örtülerek bilgiyi bu şeyin bilgisini ele geçirme çabası dürtüsü ; prestijin kaynağı tam da burada , ona sahip olanda . Gerçekte ise herhangi birşeye sahip olmak söz konusu bile edilemez , hepimizin sürekli kaçırdığı ıskaladığı noktada burası olsa gerek . zira doğdumuzdaki gibi gidiyoruz buradan ..

Sadece hatırlatmak istedim , sadece benim üflemem ile kalkmaz bu illüzyon örtüsü uçmaz pencereden ..